Uzun yıllara dayanan tecrübesi ve sektöre kattığı değerli çalışmalarla tanınan Ayhan Altıntaş, alanında fark yaratan isimlerden biri. Kendi yolculuğunu sabır, azim ve yenilikçilikle harmanlayan Altıntaş, genç profesyonellere ilham olacak bir başarı hikâyesine sahip. Bu özel röportajda hem geçmişe dair iz bırakan anılarına hem de geleceğe dair vizyonuna tanıklık ediyoruz.

Röportajımızda; kariyerinin dönüm noktalarını, karşılaştığı zorlukları ve bu zorluklar karşısında geliştirdiği stratejileri samimiyetle paylaştı. Aynı zamanda iş dünyasındaki dönüşümler ve teknolojinin etkisi üzerine düşüncelerini aktarırken, gençlere de önemli tavsiyelerde bulundu. Altıntaş’ın anlatımıyla, sadece mesleki değil, kişisel gelişim açısından da önemli dersler barındıran bir yolculuğa çıkıyoruz.
Bu keyifli söyleşide, iş dünyasında iz bırakmak isteyen herkese ilham verecek bir bakış açısıyla Ayhan Altıntaş’ı daha yakından tanıma fırsatı bulacaksınız. Röportajımıza davetlisiniz!

Öncelikle sizi tanıyabilir miyiz? Akademik yolculuğunuz
nasıl başladı?
Ben Ayhan Altıntaş, Anadolu Üniversitesi Eczacılık
Fakültesi Farmakognozi Anabilim Dalı’nda öğretim
üyesiyim. Aslen Trabzonluyum ve Bordo-Mavi renklere
tutkuyla bağlıyım. Anadolu Üniversitesi ve Eczacılık
Fakültesi’nin renkleri de Bordo-Mavi olduğu için bu
kurumda bulunmak benim için ayrı bir anlam taşıyor.
1971 yılında Almanya’da doğdum ve bir süre orada
yaşadıktan sonra Türkiye’ye gelip eğitimime burada
devam ettim. 1988-1992 yılları arasında Anadolu
Üniversitesi Eczacılık Fakültesi’nde eğitim aldım.
Akademisyenlik başlangıçta planlarım arasında yoktu;
Eskişehir’de fitoterapi ağırlıklı bir eczane açmayı hayal
ediyordum. Ancak son sınıfta, uluslararası bir toplantıya
destek vermem istenince mesleğe bakışım değişti. O
ortamı ve vizyonu gördükten sonra akademisyen olmaya
karar verdim. Hayallerim farklıydı, ancak tesadüfler beni
bugünkü noktaya getirdi ve bulunduğum yerden
memnunum.
Anadolu Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi’nin eğitim anlayışı ve sunduğu imkanlar hakkında neler
söyleyebilirsiniz?
Anadolu Üniversitesi, benim için büyük bir gurur kaynağıdır. Üniversitemiz için ‘yerelden evrensele,
gelenekselden geleceğe eğitimin odak noktası’ derim. Anadolu’nun kalbinde yer almasına rağmen dünya
çapında eğitim ve akademik çalışmalara yön veren; köklü geleneklere bağlı, ancak geleceğe odaklı bir
kurumdur. Eczacılık Fakültesi ise üniversitenin lokomotif fakültelerinden biridir. 1968’de kurulan ve Türkiye’nin ilk yedi eczacılık fakültesinden biri olan fakültemiz, çağdaş eğitim anlayışıyla güçlü bir akademik altyapıya sahiptir. Teknolojik donanımımız ve rektörlüğümüzün sağladığı imkânlar sayesinde, analitik cihazlardan kullanılan malzemelere kadar her alanda modern eğitim sunuyoruz. 2001 yılına kadar Türkiye’de yalnızca yedi eczacılık fakültesi varken, sonraki yıllarda bu sayı hızla arttı. Ancak biz, lider konumumuzu koruyarak mezunlarımıza yüksek lisans ve doktora eğitimi veriyor, aynı zamanda diğer fakültelere akademisyen yetiştiriyoruz. Öğrencilerimizin başarıları, Türkiye eczacılığına yön vermemizde önemli bir rol oynuyor. Fakültemiz, eczacılık sektörüne nitelikli bireyler kazandırarak öncü konumunu sürdürmektedir.
Fakülte girişinin sol tarafında bulunan eczane hakkında bilgi verebilir misiniz? Kuruluş amacı ve fakülte ile olan bağlantısı nedir?
Sıhhat Eczanesi, Eskişehir’de faaliyet gösteren ilk dört eczaneden biridir. 1925 yılında, bugünkü Tepebaşı
Belediyesi binasının altındaki dükkanlardan biri eczane olarak planlanmış ve burada hizmet vermiştir. Eczanenin sahibi, merhum Ecz. Ali Rıza Usluer, 1951’de burayı devralmış ve geçmişten gelen tüm materyalleri titizlikle saklamıştır. Özellikle 1925’te Eskişehirli bir Bulgar marangoz tarafından yapılan
dolaplar, orijinal haliyle korunmuştur. Ali Rıza Usluer’in koleksiyonculuğu, Eczacılık Fakültesi tarafından da takdir edilmiş ve Anabilim Dalı Başkanımız Prof. Dr. Neşe Kırmer, kendisinden materyallerin eğitim amaçlı bağışlanmasını rica etmiştir. Usluer, hayattayken bunu reddetmiş ancak vefatından sonra ailesi vasiyetini yerine getirerek tüm eczane malzemelerini fakültemize bağışlamıştır. Eczane, bulunduğu Köprübaşı’ndaki yerinden sökülerek fakültemize taşınmış, hatta tarihi taşları bile birebir kopyalanarak fakültede yeniden
inşa edilmiştir. Bugün, müze eczane olarak kullanılan bu alan, eczacılık tarihi derslerinde öğrencilerimize Eskişehir eczacılığının geçmişini en iyi şekilde aktarmaktadır.
Girişimcilik yolculuğunda karşılaştığınız en büyük zorluklar neler oldu ve bunları nasıl aştınız?
En büyük zorluk, büyük firmalar tarafından kabul görmekti. Sektörün büyük kısmı İstanbul’da olduğu için Eskişehir’de böyle bir atölyenin varlığına inandırmak zaman aldı. Üretime başladıktan sonra ise nakliye konusunda sıkıntılar yaşadık, ancak zamanla tüm engelleri teker teker aştık.
Türkiye’de fitoterapiye olan ilgi sizce yeterli mi? Bu alanda yapılan bilimsel çalışmalar hakkında neler söyleyebilirsiniz?
Türkiye’de fitoterapiye büyük bir ilgi var, ancak yetkin olmayan kişiler de bu alana yöneliyor. Asıl önemli olan, uzman sağlık profesyonellerini bulmak, yetiştirmek ve doğru uygulamaları hayata geçirmektir. Vatandaşların, fitoterapi konusunda kime başvuracaklarını ve hangi ürünleri güvenle kullanabileceklerini
bilmesi gerekiyor. Bu sektörün ticari boyutu büyük, özellikle internet üzerinden satılan fitoterapi ürünlerinde ciddi bir artış yaşandı. Satış stratejileri de belirli müşteri profillerine göre şekilleniyor. Kadınlar için “zayıflatıyor” ve “güzelleştiriyor”, erkekler için ise “cinsel gücü artırıyor” ve “saç çıkarıyor” gibi
vaatler sunuluyor. Ancak piyasadaki birçok ürün, sağlık açısından büyük riskler taşıyor. Özellikle zayıflatıcı ürünler konusunda insanları uyarmak istiyorum. Gerçekten etkili, güvenilir ve bilimsel olarak kanıtlanmış bir mucizevi zayıflama ürünü olsaydı, bunu bulan kişi Nobel Tıp Ödülü alırdı! Maalesef piyasada satılan bazı ürünler, sağlığı ciddi şekilde tehdit eden maddeler içerebiliyor. Bu nedenle kulaktan dolma bilgilerle
hareket etmeyin. Zayıflamak için dengeli beslenin, spor yapın ve bilimsel temellere dayanan, güvenilir ürünler kullanın. Doğru bilgiye ulaşmak için akademik yetkinliği olan uzmanlardan destek alın. Sağlığınızı riske atmadan fitoterapiyi bilinçli bir şekilde uygulamak en doğru yoldur.
Halk arasında doğru bilinen yanlışlar var mı? Özellikle bitkisel tedaviler konusunda dikkat edilmesi gerekenler neler?
Fitoterapiye dair en büyük sorunlardan biri, doğru bilinen yanlışlar ve bilimsel temeli olmayan uygulamalardır. Bu yüzden fitoterapi eğitimlerine başladım; çünkü toplumun bu konuda bilinçlenmesi şart. Örneğin, zayıflama çayları konusunda büyük bir yanlış algı var. İnsanlar, yüksek kalorili besinler tükettikten sonra bir bitki çayı içerek zayıflayabileceklerini düşünüyor, ancak bu kesinlikle mümkün değil. Bir diğer yaygın hata papatya kullanımıdır. Halk arasında papatya denilen birçok bitki türü vardır, ancak yalnızca tıbbi papatya güvenle kullanılabilir. Eskişehir ve çevresinde satılan 60 farklı papatya çayı üzerinde yaptığımız bir araştırmada,
hiçbirinin tıbbi papatya olmadığı ortaya çıktı. Yanlış türler hepatotoksik etkiye sahip, yani karaciğere zarar verebilir. Bir başka yanlış kullanım tarçın ile ilgilidir. Türkiye’de satılan Vietnam/Saigon tarçını, Kumarin içerdiğinden kan sulandırıcı etkiye sahiptir. Günlük limitin üzerinde Kumarin alımı, iç kanama, ameliyat sırasında durdurulamayan kanama veya travma sonrası ciddi sağlık riskleri doğurabilir. Oysa Seylan
tarçını, düşük Kumarin oranı sayesinde daha güvenlidir. Ancak piyasada bulunması oldukça zordur. Bu tür yanlış bilgiler insan hayatını riske atıyor. Bitkisel ürünlerin güvenle kullanılabilmesi
için bilimsel bilgiye dayalı hareket etmek şarttır. Kulaktan dolma bilgilerle değil, yetkin sağlık profesyonellerinin önerileriyle fitoterapi uygulanmalıdır.

Günümüzde bitkisel tedaviler geleneksel tıbbın yanında ne
kadar güvenilir ve etkili bulunuyor?
Geleneksel tıp yerine modern tıp terimini kullanmak daha
doğru olur. Günümüzde yaygın bir algı, modern tıbbın insanlık
tarihi kadar eski olduğu yönündedir. Oysa modern ilaçların
geçmişi oldukça yenidir; örneğin aspirin sadece 130-140 yıllık
bir tarihe sahiptir. Peki, ondan önce insanlar nasıl tedavi
oluyordu? Tıbbın temelinde bitkisel ve hayvansal kaynaklı
doğal ürünler vardır. Ancak günümüzde, hayvan hakları ve
türlerin korunması nedeniyle hayvansal droglar yerine bitkisel
içerikler tercih edilmektedir. Türkiye’de bu alandaki bilgi
eksikliğini gidermek amacıyla Avrupa’daki gibi modern,
standardize edilmiş ve kaliteli fitoterapi ürünleri geliştirmeyi
hedefliyoruz. Bu da geleneksel yöntemlerle değil, bilimsel
temellere dayalı olmalıdır. Örneğin, sadece nane-limon
kaynatmak yerine, tıbbi naneden standardize bir ekstre hazırlanmalı ve bu ekstre, tablet, kapsül veya şurup gibi dozaj formlarına dönüştürülerek sunulmalıdır. Türkiye’de fitoterapiyi bu seviyeye taşımak için hem eğitim hem de ürün geliştirme çalışmalarımızı sürdürüyoruz.
Eskişehir’in bitkisel tedavi açısından öne çıkan doğal kaynakları var mı?
Eskişehir’e özgü, yalnızca burada yetişen ve fitoterapide kullanılan bitkiler yok. Ancak Türkiye, bitkisel çeşitlilik
açısından çok şanslı bir ülke. Türkiye florasında 14.000’den fazla bitki türü kayıtlı olup, bunların yaklaşık 1.000 kadarı hem geleneksel hem de modern fitoterapide sağlığı koruma ve hastalıkları tedavi etme amacıyla kullanılıyor. Bu yönüyle Türkiye, dünyanın en zengin bitki florasına sahip ülkelerinden biridir.
Türkiye’de eczacılık eğitiminin gelişimi ve geleceği hakkında neler düşünüyorsunuz? Daha iyi bir eğitim modeli için önerileriniz var mı?
Eczacılık alanında en büyük sorunlardan biri, fakültelerin sayısının artmasıyla ortaya çıkan eczacı enflasyonu. 2001 yılına kadar Türkiye’de yalnızca 7 eczacılık fakültesi vardı ve yılda yaklaşık 400-500 mezun veriliyordu. Bugün fakülte sayısı 62’ye, kontenjanlar ise yaklaşık 150’ye çıktı ve yıllık mezun sayısı 9000 civarında. Bu durum nedeniyle 2018 yılında mevzuatta nüfusa dayalı bir düzenleme yapıldı ve her mezunun eczane açması engellendi. Yeni mezunlar için ciddi bir engel ortaya çıktı. Biz Anadolu Üniversitesi Eczacılık
Fakültesi olarak 10 yıldır uyguladığımız modüler eğitim sistemiyle diğer fakültelerden farklıyız. Bu sistem, öğrencilerin ilaçları sistemlere göre (örneğin kardiyovasküler sistem gibi) bütünsel bir yaklaşımla öğrenmelerini sağlıyor. Ancak benim hedefim eğitim sistemini daha da geliştirip öğrencilere tercih
ettikleri çalışma alanına göre (eczane, hastane, endüstri veya akademik kariyer gibi) özelleştirilmiş eğitim sunabilmek. Bu sayede hem daha donanımlı mezunlar yetiştirebilir hem de sektördeki ihtiyaçları daha dengeli bir şekilde karşılayabiliriz.
Eczacılık fakültesi öğrencilerine ve bu alana ilgi duyan gençlere hangi tavsiyelerde bulunursunuz?
Aslında bu zor bir soru. Öğrenciler öncelikle hedeflerini iyi belirlemeli ve eczacılık fakültesini seçmeden önce iş imkânlarını araştırmalı. Eczane, hastane, endüstri veya akademik çalışma gibi alanlardan hangisine ilgileri ve becerileri varsa onu tercih etmeliler. Bitkilere, kimyasala veya sağlık uygulamalarına ilgileri varsa eczacılık iyi bir tercih olabilir. Ayrıca toplumda, özellikle kadınlar arasında eczacılığın rahat bir meslek olduğuna dair bir algı var: “Eczaneni aç, otur, insanlara ilaç ver, tavsiyede bulun.” Gerçekten de mahallelerde eczacı, en yakın sağlık danışmanıdır. Eğer insanlara yardımcı olmaktan keyif alan bir kişiliğe sahipseler, eczacılık kesinlikle tavsiye edeceğim bir meslektir.
Mevsimsel hastalıklarla mücadelede bitkisel çözümler konusunda önerileriniz neler olur?
Özellikle mevsim geçişlerinde bağışıklık sistemi zayıflar ve üst solunum yolu enfeksiyonları artar. Bu dönemler için iki pratik önerim var: Birincisi, taze zencefili soyup ince dilimleyin, üzerine kaliteli bir bal gezdirin ve akşamları atıştırmalık olarak tüketin. Bağışıklık ve sindirim sisteminizi destekler. İkinci önerim ise zencefilli bir çay: Baş parmak büyüklüğündeki taze zencefili rendeleyin, fincana koyun ve üzerine kaynatılıp biraz
dinlenmiş sıcak su ekleyin. Ardından, bir tatlı kaşığı taze ezilmiş karabiber ve ılık hale gelince bir tatlı kaşığından biraz fazla bal ekleyin. Dilerseniz çok az limon katabilirsiniz ama limon genellikle tıbbi çaylarda çok tavsiye edilmez. Bu çayı akşamları 1-2 fincan içebilirsiniz. Hem bağışıklığı güçlendirir hem de üst solunum yolu enfeksiyonlarına karşı etkili ve lezzetlidir.
Röportajımızın sonuna gelirken son olarak belirtmek istediğiniz bir şey var mı?
2010 yılından beri fitoterapi eğitimlerimde kullandığım iki güzel mottom var. İlki; “Yanlış bilgi de yanlış bitki de öldürür.” Bu yüzden kullandığınız bitkisel ürünlerin içeriğine, üreticisine, belirtilen dozlara ve standartlara dikkat edin. Diğeri ise; “Bitkilerle hayat, bitkisel hayat olabilir.” Yani yanlış kullanılan bitkiler, vücudunuzda geri dönüşü olmayan hasarlara neden olabilir ve sizi bitkisel hayata mahkûm edebilir. Bitkiler hayatınıza zarar vermesin, sağlıklı günleriniz olsun.
Leave a comment